Yeni Yıl’ın kapsama alanına girmiş bulunuyorum sevgili dostlar…
Artık bu aşamadan sonra Netflix deyimiyle sadece “İyi Hissettiren Filmler” izleyeceğim bir müddet.
Son yıllarda edindiğim bir alışkanlık, yılın son haftalarına doğru fırsatını buldukça sonu mutlu biten, çoğunluğu Noel için özel üretilmiş /ama ille de Noel teması şart değil/ iyimserlik ve yaşama sevinci pompalayan filmler izliyorum.
İnanın, bu kararımdan gördüğüm faydayı hayatta çok az şeyden görmüşümdür..
İki / üç haftalık dönemde depoladığım iyimserlik bana tüm yıl boyunca yetiyor.
Bu senenin mahsülü, Benim Güzel Şatom (Castle of Christmas) ile başladım.
Hakikaten yerinde bir açılış oldu, gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim.
Hele ki benim için yıllar sonra Brooke Shields’i bir filmde (Netflix yapımı da olsa) baş rolde görmek, paha biçilemez..
Brooke Shields’i en son taa Friends zamanında, bir bölümde konuk oyuncu olarak izlediğimi hatırlıyorum. Orada da hayali bir tv karakterine takıntılı şekilde aşık olan deli kadın rolündeydi. O zamanlar epey gençti üstelik.
Bu kadar mı değeri bilinmez bir oyuncunun?
Bu arada aktris aynı zamanda filmin yapımcıları arasında da bulunuyor.
Spoiler vermeden kısaca bahsedecek olursak, çok satan Amerikalı kadın yazarla İskoç bir aristokratın yani “iki benzemez” in romantik aşk macerasını izliyoruz. Kadın yazarımız bir skandaldan kaçıyor, aristokrat beyimiz ise düşkün bir Dük. Anlayacağınız ikisi de zor durumda. İçine düştükleri zorluklar, ikilinin yollarının kesişmesine vesile oluyor ve olaylar gelişiyor diyelim..
Filme dekor seçilen İskoçya kırsalı muhteşem manzaralar sunuyor. Uyduruk Dük’ümüz (meşhur Testere serisinin Dr. Gordon’u imiş kendisi) yakışıklı. Hikaye dokunaklı..
Yardımcı oyuncular sempatik ve muzip.
Daha ne olsun?
Şahsen şu dönemde bir filmde aradığım her şey var..
Sanat filmi çekeceğim diye yürekleri karartanlara da selam olsun..
Şaka bir yana, (hepsinin yeri ayrı elbette) Brooke’cuğum seninle tanışmayı çok isterdim.
Adeta benim ruh ikizimsin.
Hatta soyadlarımız bile aynı!
Benim Boğaziçi’nde okuduğum yıllarda sen de Princeton’daydın.
Sinema perdesinde gördüğüm ilk andan beri, sana karşı daima gerçek bir yakınlık hissettim.
Hollywood çöplüğünün ve onun uzantısı sektörlerin seni görmezden gelme, “underestimate” etme, projelerden dışlama gibi kötülüklerini uzaktan da olsa içim ezilerek izledim.
Elbette her şeyin iki yüzü olduğunun gayet farkındayım ama ne olursa olsun, çok daha iyisini hak ettiğine de eminim.
Özellikle Suddenly Susan’daki (1996-2000) performansından sonra çok daha fazla fırsat verilmeli idi.
Neyse geçmişe mazi derler, biz yazımıza devam edelim.
Bu arada, umarım metni sinema eleştirisi diye okumuyorsunuz. Orta Sayfa’da böyle karşılıklı sohbet havasında kaleme alınan çok yazım olacak. Okuduğunuz paragrafları da aynı kıvamda sayabilirsiniz. Bu tip yazılarımın altına sizler de kendi yorumlarınızı eklerseniz, karşılıklı çok daha fazla keyif alırız.
Brooke’cuğum gene sana dönersek, hala şahanesin..
İzlemeye doyamadım..
Boy, pos, endam, hele o saçlar yok mu..
Gel gör ki, pek çok güzel kadının başına gelen senin de gelmiş;
Ne yazık ki renklerini bulamamışsın tatlım..
Bir de sanat yönetmeni mi desem artık kostümcü mü desem ya da her kimse bunlar, işin içine çekememezlikler hasetlikler mi girmiş acaba, bazı sahneler, “Brooke Shieds’i nasıl çirkinleştirebiliriz’e dönüşmüş.
Özellikle tv stüdyosuna konuk olduğun kısımlarda gözlerime inanamadım desem yeridir.
Başaramamışlar gene de, ancak çirkin ördeklerden kuğu yaratma sevdalısı bir sektörün doğuştan güzellere/güzelliklere duyduğu öfkeyi de anlamak mümkün değil.
Ya da çok mümkün.
Örneğin kırmızı özellikle de makyajda kesinlikle senin rengin değil, onu kesin olarak tespit etmiş bulunuyoruz.
Daha iddiasız, kendi halinde takıldığın sahnelerde ise renklerini bulduğun için Işıl Işıl parlıyorsun..
Netflix her zamanki gibi ortam yaratmadaki başarısını bu yapımda da tekrarlamış. Yapay kar kullanıldığı sahneler mükemmele yakın.
Filmde Dun Dunbar Castle (Kale) olarak geçen tarihi mülk ise tüm ihtişamıyla ayakta ve Edinburg yakınlarında yer almakta.
Bu arada film için ABD’de çıkan eleştirilere biraz göz attım. Noel filmleri klişeler yuvasıdır malum. Brooke’un filmi ise bu klişeleri dahi tutturamamış olmakla eleştirilmiş.
En fazla üzerinde durulan ise aşıkların (filmdeki karakter isimleriyle yazar Sophie ve Dük Myles), aralarında konu itibarıyla gerçek bir gerilim ya da engel olmaması.
Oysa şato üzerinden bir gerilim var. Zaten bence klişelere de fazlaca takılmayalım ve keyfimize bakalım..
Ancak sevgili Brooke, kimse benim gördüğümü görüp, seni renkler konusunda uyarmamış. Bu iyiliğimi de unutmazsın umarım..
Yeni yılda her birimizin kendi özgün renklerimize kavuşmamızı, en azından aramaya başlamamızı diliyorum.
Keyifli seyirler..