Seçim günlerinde havanın hep güneşli olduğunu fark etmiş miydiniz?
Bankacı Ali bey, çoktandır farkında ve bu sabah da bunu bilerek kalktı yatağından. Mutlaka devletin en yetkili ve etkili kurumları bu yağmursuz günleri önceden hesaplamaktalar. İstatistik ustası Ali bey, şu yaşına kadar tam on genel seçimde, sekiz yerel seçimde, en az dört referandumda oy kullandı ve bunun bir tesadüf olamayacağını sezecek kadar akıllı. Her bir oy verme işlemini gayet net hatırlıyor, güneşli seçim günleri onun hayatınının en özel günleri.
Doğum günlerini bile kutlamaz kendisi. Tek kutlama yaptığı günler, oy verilenler. Siyasete ilgi duyan biri değil, hatta tiksiniyor, insanın yaptığı çoğu şeyden iğreniyor. Bir zamanlar samimi olduğu akademisyen bir dostuna ağzından kaçırdı. Onun için insan denilen türün, üzerine acımasızca aerosol sıkılan böceklerden farkı yok. Kim bilir kaç kişiye birden yetiştirdiyse, o günden sonra selamı sabahı kesenler çoğaldı.
Küçük kahvaltısını evin en deniz gören yerine hazırlamaya koyuldu, köhnemiş anıların tadını kaçırmasına fırsat vermemek için elini hızlandırdı. Önce manavdan özenerek seçtiği pembe domatesleri doğradı, kokulu salatalıkları dikine kesti, aynı tabağa dizdi. Bu ikiliyi söğüş severdi, sele zeytinine ise zeytinyağı gezdirdi. Durmuş oturmuş tipine bakınca, eski, yağlı peynirleri seven biri gibi görünse de annesinin kahvaltılarından ona kalan İzmir tulumu her zaman birinci tercihiydi.
Mayıs’ın en berrak günlerinden biri, hava böyle açık olduğunda oturduğu yerden Yassıada’yı bile seçebiliyor. İkinci bardak çaydan sonra, hazırladığı kahvaltılıklar tükendi. Tabaklara koyduğu peynir, zeytin, reçel miktarını mutlaka iki bardak çayı içme süresine göre ayarlıyordu. Her defasında denk getirdiğini görmek sabah keyfinin parçası haline geldi yıllar içinde. Bu türden ne çok keyif biriktirdiğini düşünüp, bir kat daha keyiflendi.
Bu güneşli pazar sabahını istese daha da uzatabilirdi ama bugün onu bekleyen önemli bir görevi vardı. Kalktı, oyalanmadan dişini fırçaladı, traş oldu ve sade spor bir kıyafetin üzerine kumaş bir mont geçirip, evden çıktı. Çelik kapıyı alttan üstten kilitlerken, daireyi 90’ların başında, oldukça genç bir yaşta satın aldığı geldi gene aklına. Bu da ona keyif veren anılardan biriydi. Akranları, şehrin çeşitli semtlerinde birtakım kovuklara sığınmışken, kendisi bankacılıktan kazandığı parayla seçkin bir semtte, denize nazır bir eve yerleşmişti. İçlerinde en zeki, en becerikli ve geleceği en parlak kişi olduğunu tescilleyen bir işlem olmuştu bu satın alma her birinin gözünde.
O hareketli günleri zihninde canlandırdığında, anıların içinde bir anı olduğunda bu eve dair her şey çok daha sıcak geliyordu. Bugüne, yaşadığı gerçekliğe döndüğünde ise aynı tadı alamamak son günlerde içini kemiriyordu bankacı Ali beyin.
Eski asansörün içinde üç katı sayarken , merdivenlerden inmediğine hayıflandı. Böyle boş bulunduğu zamanlarda çok sinirleniyordu kendisine. Ama bugün onun kutsalıydı. Aldırmadı. Küçük aksiliklerin gününü mahvetmesine izin vermemek kararlılığını azimle sürdürdü. Bir alt sokaktaki meslek lisesine doğru yürümeye başlar başlamaz, birkaç tanıdıkla rastlaştı. Erkenci tayfadan biri oyunu vermiş, dönüyordu. Sokakta karşılaşıp, “hadi hayırlısı” temennileriyle oy verecekleri sandıklara doğru ilerleyen iki komşu çifti ise atlatması gerekiyordu. Evli çiftler aralarında en acımasız olanlardı. Özellikle orta yaşı geçmiş olanlardan az çekmedi. Kendisinin asla aralarına karışmak gibi bir hevesi olmamıştı, buna karşın ömrü bunların gizli açık had bildirimleriyle geçti. İçinde kısa, şiddetli bir öfke esti;
“Ta ki beni münzevi bir adama dönüştürene dek devam ettiniz.”
Hızlı adımlarla önlerine geçse, ayıp olurdu, içlerinden biri kolejden arkadaşıydı, onun yerine adımlarını yavaşlattı, böylelikle onlarla aynı anda okula girme zulmünden kurtardı kendini.
Esasında insanlardan kaçma günü değil bugün. Onların küçük, kötü, niteliksiz sohbetlerinden kaçmak istiyordu sadece. Kalabalığın içinde durarak, dikilerek, diklenerek, dillendirmeyerek alacak intikamını. Benliğini keşfettiği ilk gençlik günlerinden beri ona rahat vermeyen bu toplum neden huzur bulsun ki?
Son on beş yıldır planladığı şekliyle gitti her şey. Her seçim günü tekrar ettiği rutinleri artık törensel bir hal almıştı. Heyecanı, planladığı eylem yaklaştıkça ve sonuçlarını düşündükçe artıyordu. Ancak bunca sene onca tecrübeden sonra bunu yönetmeyi öğrenmişti. Çalıştığı köklü, “soylu” bankada da onun yöneticilik yeteneklerini erkenden fark ettikleri için çabucak yükseltmişlerdi zaten. Otuz beşine geldiğinde genel müdür yardımcısı olmuştu ki bu eski zamanların meydan savaşlarında zafer kazanmış bir komutan olmakla eşdeğerdi. Kırklı yaşlarda ekonomi sayfalarının baş köşelerine kurulacağı günleri bekliyordu artık. O zamanlar öyleydi. Allah yürü ya kulum, demeye görsün..
Yılbaşı yaklaşırken bankanın üst düzey yöneticilere elden verdiği para yüklü zarfları hatırlayınca içi ürperdi. Paranın sıcak yüzü değildi ama içini titreten. En son aldığı zarftan çıkan istifa mektubu. Onun adına yazılmış, onun yazmadığı bir istifa. Görülmemiş şey.
“Bu mevkide sizin gibi birinin bulunması da görülmüş şey değil Ali bey”
Pek çokları gibi zamanında uyduruk bir evlilik yapmış olsaydı ayyuka çıkmazdı hiçbir şey, çoktan genel müdür koltuğuna oturmuş olurdu. Böyle erken ve küskün bir emekliliğe zorlanmak yerine. Değmezdi, diye geçirdi içinden.
Etrafına bakmamaya gayret ederek, lisenin bahçesini geçip, binaya çıkan geniş merdivenlere vardı. Çok az kalmıştı artık. Basamakları çıkarken yıllar önce görüşmeyi kestiği eski bir dostunu daha görmezden gelmesi gerekti, bunlarla uğraşacak halde değildi.
İkinci kat, 3235 no’lu sandık hedefine doğru ilerliyor şimdi. Oy kullanacağı sınıfın önü kalabalık değil bu defa. Hemen içeri alıyorlar. Kimliğini verip, mührü aldığı anı iyice beynine kazıyor. Eve gidince sandık kurul başkanının kendisine teslim ettiği zarf ve mühür elinde, oy verme kabinine girene kadar geçen on beş saniyeyi kafasında yüzlerce kez tekrar canlandıracak. Ama şimdi işine odaklanması gerekiyor. Oy kabininde mühür ve zarfla başbaşa kaldığı bu eşşiz anlar, yıllardır ona yaşama gücü veren gerçek bir başkaldırı. Hedefi önce gözüyle çerçeveledikten sonra, sağ eliyle kağıdı sabitleyip, sol elinde tuttuğu mührü tam yerine vuruyor. Hiç taşırmadan.
“Vatana, millete hayırlı olsun”
“Kimliğinizi almadınız Ali bey”
Heyecandan işte..
Dışarda hava birden dönmüş, eve gidecekken aniden vazgeçip, yol üstündeki kafelerden birine dalıyor. Bu yıkık fanilerin yakınmalı sohbetlerini dinleyip, zevklenmek, kendisini onların yazgısını belirleyen bir çeşit yarı tanrı gibi hissetmek için güzel bir fırsat. Hem de vakit geçer. Sandıklar açılmaya başladığında, evde tek başına olacak elbette. Viskisine tek bir buz atıp, tv’nin karşısına geçecek ve onları bir beş yıl daha en nefret ettikleri, en korktukları, en baş edemedikleriyle baş başa bırakacak.
Hem de büyük bir keyifle.