Hangi odada uyanmıştı, bilmiyordu. Sabah güneşinin vurduğu, geniş balkonlu evin arkasında mı acaba?
Işığın ağır bordo kumaştan yerdeki sarı halıya geçerken türlü oyunlar yaptığı oda..
Yoksa balkonu denize açılan, içinden vapurlar geçen odada mı?
Hangisinde birazcık da olsa huzur bulmuştu?
Her iki odada da uzun zamanları geçmişti, gene de ayırt edemiyordu öyle hemencecik. Düşünceler birbirini izleyen görüntülerden ibaretti, ama artık o kadar bulanıklardı ki, sanki hayatı ölüme karışıyordu..
Yattığı yerden kalkması da eskisi kadar kolay olmuyordu artık.
Evde kimse var mıydı?
Aslında göğsünden sırtına, midesine yayılan derin bir ferahlık duygusuyla uyanmıştı sabah.
Daha önce bilmediği bir histi, kesin.
Bir avuç mentollü şeker yemiş gibi.. Ama çok daha kuvvetli. Ona kendini güçlü hissettiren bir ferahlık.
Bulanık düşüncelerin bu beklenmedik ferahlığı yıpratmasını hiç istemiyordu.
Hatta onu uyandıran beyninden, bedeninden taşıp gelen bu serin his olmuştu.
Çok rahatlamıştı. Öldürmüştü sonunda, kurtulmuştu ondan..
Herkes kurtuldu, dedi.
Evdeki Herkes..
Sanki İnsanlığı kurtarmışcasına hafiflemişti.
Her zamanki gibi gırtlağını yırtarcasına böğürürken, bir de kalkmış camdan sarkmış, tüm mahalleye karşı böğürmüştü herif.
Küçük koridoru geçip, mutfağa geldi. Ama hangi evin mutfağı olduğunu kavraması uzun sürüyordu sabahları.
Yoksa kızımın evinde miyim?
Üç mutfağım oldu benim. Hepsine bulup buluşturup, ayna astım.
Aynalardan tanırım ben kendimi.. aynalardan hatırlarım kimliğimi.
Bu mutfakta ayna mayna var mı?
Var tabii, onlarsız yaşayamazsın ki sen dedi, fırsatını bulur bulmaz aynada beliren kız.
İçi kıpırdayarak cezveyi ateşe koydu. Bir yandan da göz ucuyla aynadaki kızı gözlüyordu. Aslında bugün pek onu göresi yoktu.
Her sabah az şekerli kahve yapıyordu kendine. Bunun bir nedeni henüz kahve yapmayı unutmamış olması ise diğer nedeni de kahve kokusunun zihnindeki bulanıklığı silip atacağı umuduydu.
Bazen biri çıkıp, matkapla beynini delsin, minik minik hava delikleri açsın istiyordu. Açılan delikten dolan hava, bir bahar rüzgarı gibi zihnini tazeleyecek, beyninin tıkanmış yollarını açacak, hayatının netlik ayarını yeniden yapacaktı.
Kelimelerim dedi Kadın, kelimelerim geri gelse yeter. Gerisini hallederim.
Oysa artık düşünceleri değil düşleri bile bulanıktı.
Dün gece hariç. Dün gece kusursuz derecede berraktı.
/Al sana kelime dedi, aynadaki huysuz kız; Cinayet
Ne cinayeti be!
/Öldürdüm, hepimiz kurtulduk demedin mi demin?
Cevap vermedi Kadın. Aslında öldürmek değildi niyeti. Susturmak istemişti sadece. Böğürtüye son vermeliydi artık, yoksa bu uğursuz ses onu mezara sokacaktı.
Uzun koridoru kuş gibi uçarak geçmiş, herifi camdan sarkmış görünce arkasından itivermişti. İtmek bile sayılmazdı ki, hafifçe dokunmuştu.
Düşüvermişti herif.
Ne kolay olmuştu.
Düşer düşmez de sokaktan hızla geçen bir taksi çarpmıştı herife. Herif havaya fırlamış, bir kez daha düşmüştü.
İnsanlar başına üşüşmüş;
Kaza oldu, demişlerdi.
Olacağı varmış..
Öleceği varmış…
Kadın camdan sokakta olan biteni görüyor ama sokaktaki hiç kimse camdaki kadını görmüyordu. Biri bile başını kaldırıp bakmadı.
Sadece Akasya ağaçlarıyla köşedeki Ihlamur ağacı fark etmişti kadını.. Aralarında hızlıca fısıldaşıp, hemen susuverdiler. Onu ele vermezlerdi, biliyordu Kadın. Yani Cinayet bile sayılmazdı. Sayılsa bile, kusursuz bir cinayetti.
Rüyalar, kusursuz Cinayetler için biçilmiş kaftandı.
Nereden çıktıysa manzara resimleriyle süslü bir at arabası köşeden hızla dönmüş, alıp götürmüştü cesedi. Taksi küçük şapkalı, küçük çantalı bir Kadını alıp, devam etmişti yoluna. Ihlamur kokulu bir rüzgar esmiş, yapraklar havalanmış, sokaktaki renkler filtrelenmiş gibi daha da bir canlanmıştı.
İnsanlar unutmuştu böğüren adamı da cesedini de.
Kadın da unutacaktı elbette o kötücül bakışları. Gün boyu üzerinde gezinen, sürekli kusur arayan, bulamazsa illaki uyduran iki kara delikti herifin gözleri.
Bu kara delikler onu yutmasın diye evlerin içinde kaçıp durmuştu Kadın yıllarca. Kaçarken kelimelerini ardında bıraktığını, unuttuğunu çok sonra anlayacaktı..
İşittiği her hakarette, veremediği her cevapta bir kelime eksilmişti kadından.
Böyle böyle kelimesiz kalmıştı Kadın..
İstanbul’un orta yerinde hem kelimesiz hem parasız, nasıl yaşanır?
/Param, dedi param var mı benim?
/nereden olsun, hiç para vermezdi ki o sana. Çocuğa kalem, silgi almak için bile akla karayı seçerdin. İyi bir zamanını kollamak gerekirdi. Ama verdiği her kuruşun da acısını çıkarırdı senden..
Komşular ertesi gün gözlerini kaçırırdı. Küçük kız sakız istemişti bir keresinde. O gün ne çok kelime eksildi kimbilir senden, dedi aynadaki huysuz.
/Yaa, Bir daha hiç bir şey istemedi yavrum. Büyük zaten çoktan öğrenmişti.
Param olsaydı, kelimelerin yerine ben kaçardım dedi Kadın.
Parasız da kaçılır, hem de daha güzel kaçılır, neden kaçmadın ki?
Kızlarım kaçtı..
Sinir bir kahkaha patlattı ayna..
Aman neyse ne be, öldürmüştü işte. Kurtulmuştu. Hafiflemişti, Refaha ermişti. Artık paraları da olacaktı, her şeyleri olacaktı. Evleri neşe dolacaktı.
Kapı çaldı..
Ne güzel kızdı bu böyle…
Şak diye, Paran var mı kızım, diye sordu.
Kız başını salladı.
Benim de param var artık, biliyor musun? Dolmuşa binip karşıya, Aynur’lara bile gidebilirim. Simit alırım, çay içeriz karşılıklı. Canım ne zaman isterse o zaman dönerim eve. Öldürdüm çünkü onu. Belki de dönmem, Aynur’larda kalırım.
Öldürdüm çünkü O’nu..
Benim bugün çok işim var yavrum..
Sen al bu parayı, kızıma çok sakız al, olur mu?
Kusursuz Cinayet öyküsü, Oggito’da yayınlanmıştır.
Nazire K. Gürsel/2022