Menu Logo
X kapat

Affetmenin Laneti; Sevgi Suçları

Öykü Günlüğü 2023-10-09 06:37:09

“Ruhundaki para kilidini aç. Para realiteni değiştireceksin bugün. Parayı zihninde çoğaltarak yapacaksın bunu. O zaman para sana koşacak. Giderek debisi yükselen bir nehir misali artacak, cüzdanın dolup taşacak. Evrene ve bana olan borcunu ödeyeceksin.”

Gözlerini kapattı, Adamın sürekli tekrar etmesini istediği sihirli cümleyi içinden söylemeye çalıştı; Para bana koşuyor, Para bana koşuyor….

Pa ra, ba na, ko şu yor..

Ancak tekrar ettikçe, cümleye de para imgesine de giderek yabancılaşıyordu.

İyileşmeye giden yol; Affetme Sanatı seanslarına bambaşka tahayyülerle gelmişti.. Kaşla göz arasında mesele nasıl oldu da para realitesinin kilitli olmasına geldi, hayret..

Hazırlıksız yakalamıştı adam/hoca onu. Son üç seansın ücretini ödemedi diyeydi bu tantana. Geçen ay eli biraz sıkışıktı, bu hafta toplu öderim diye düşündü.

Sınıfa girdiğinde affetme koçunun bakışları kararmış, normalde haddinden fazla iri olan göz bebekleri küçülmüş, yüzüne tiksiniyormuş gibi bir ifade gelmişti. Adamın kafası zaten dikkat çekici derecede küçüktü. Sinirden yüz kasları iyice büzülüp, çekmiş gibiydi, genişçe omuzlarının üzerindeki küçük kafası sağa sola hareket ettikçe, umutsuzca kafa sallayan, eskinin araba süsü köpeklerine benzetti.

Adamın ifadesi değişince tipi de değişmişti. Böyle bir şeye ilk kez tanık oluyordu. Karşısında gördüğü yüz, onun tanıdığı yüz olmaktan çıkmıştı. Bir insanın sinirlendiği, öfkelendiği, korktuğu, sevindiği zamanlardaki gibi alışkın olduğumuz ifade değişiklikleri gibi değildi bu. Aslında “ifadesi değişmişti” demek gerçekte olanı tam yansıtmıyordu. Hatta pek ilgisi yoktu. Başka bir tanım başka bir söyleyiş bulmak lazımdı.

O sınıfa girdikten sonra Hoca/Adamın içinden başka biri çıkmıştı. İki aydır tanıdığı kişi ile bir şekilde ilintili ama gene de farklı bir yüz.

Basitçe iki yüzlülük de denemezdi buna. İki yüzlülük bilinçli, kasten, bilerek oynanan bir oyundu.

Şu yaşadıkları garip anda ise adamın oynadığı filan yoktu. Hatta kamusal alanda tanınan bilinci, ortaya çıkan ikinci yüz tarafından ele geçirilmiş ya da en azından bir süreliğine bastırılmış gibiydi. Hoca/adam şu andan itibaren öznel varlığıyla karşısındaydı. Bu öznel varlık, kamusal olanı taklit ediyordu. Sınıfın hepsi buna inanmış daha doğrusu farkı farketmemişti.

Bugün seninle para çalışacağız, dedi hoca/ adam. Herkesin ortasında, sesini özellikle yükselterek söylemişti bunu.
Diğerlerinin bakmasalar bile aralarındaki konuşmaya kulak kesildiklerini hissetti.

-Hocam biz de mi para çalışacağız, diye atladı bir tanesi dayanamayıp.

– “Hayır, siz değil. Ama bu arkadaşınızın parayla arasında bir engel oluşmuş, hissediyorum. Bugün para kilidini açacağız” dedi kesin bir ifadeyle. Küçük kafa irice gövdenin üzerinde hala araba süsü köpek misali sallanıyordu.
Seans ücretlerini geciktirdiği sınıfa ilan edilmiş oldu böylece.

Bu tür ifşa hareketleri affetme seanslarında vakayı adiyeden sayılıyordu.

İfşa hocaya mahsustu. Öğrenciler buna katlanmak zorundaydı, ne de olsa oraya gelen herkesin iyileşmeye ihtiyacı vardı.

İyileşmek bu odada affetmek ile eş anlamlıydı.

Affetmek?

Bu kelimeyi içinden de olsa tekrar etmekten kaçındı, bu kavrama da yabancılaşmak istemiyordu.
/Kimi insanların affetmeye ihtiyaçları var çünkü onlar geçmişlerini temize çekmek istiyorlar…
En çok da çocukluklarını..
Kıyamıyorlar kendi coçukuklarına..
Kıymetleri bilinsin istiyorlar sonra..

Haksızlar mı?
Değiller elbet..

O yüzden beş para etmez adamların/kadınların kapısını aşındırıyorlar. Çünkü birinin evet bitti artık, masumiyetini geri kazandın ve aslında kimsenin suçu değildi olanlar, demesine ihtiyaçları var.
Bu bir çağ hastalığı. Her çağ kendi ürettiği hastalıkla tarif edilir. Medeniyetimizi betimleyen en sağlıklı tanımlar hastalıklardır ve inanın bu hiç şaşmaz.

Ancak anladım ki benim böyle bir derdim yok. İyice kabullendim artık bu gerçeği. .
Ondandır ki, affetmeden, içimdeki kızgın demirle yaşayabliliyorum ben. Bu Affetme Çağı’nda ne büyük lüks bu bir bilseniz….

Sanki affettikkerinde eski yaşantılarını diledikleri gibi yeniden üretecekler, çocukluk yılları beyaz bir sayfaya yeniden yazılacak, büyüklerin onlara yaptıkları kötülükler yaşanmamış sayılacak.
Rüyada bile olamayan gerçek hayatta kotarılacak, öyle mi?
Oysa hepimiz biliyoruz, çocuk olmak sonu gelmez zorluklara ve haksızlıklara katlanmak demektir. O çağda her türlü musibetin başı büyüklerdir. Türlü baskılar, azarlar, zorlamalar, sevgiyi hak etmek için eğilen boyunlar..
Büyüklerin çok azı çocukların çektiklerine katlanabilir. Siz hiç büyümek istemeyen bir çocuk gördünüz mü?
Görmediniz.

İşte buradan pay biçin.
Hayatın akıl sır ermeyen işlerinden biri de zamanında her biri çocuk olan yetişkinlerin büyüdüklerinde aynı kötülükleri kendi çocuklarına yapmasıdır.

En çok hayvanlara ve çocuklara üzülürüm ben. Gene de hayvanlar daha özgürdür çocuklardan. Sevmek zorunda değildir en azından kendisine zulmedeni..

Peki buradakiler, bilmiyorlar mı çocukların masumiyetinin büyüklerin günahlarını temizlemediğini?
Bırakın suçlular suçlu kalsın, diye haykırmak istiyorum.

Affetmek bir yalan, bu çağın en büyük palavralarından biri..

Affetmek kendimize yaptığımız bir iyilik gibi sunuluyor. Oysa öz benliğimizi hedef alan yıkıcı bir ihanet. Affetmek çoğu zaman kendi kalbimizi incitmektir ve bu da ölümcüldür.

Palavra ne kadar büyük olursa inanan o kadar çok olur, öyle değil mi..

Hoca, para para diye kendi etrafında dönerken, onun aklından bunlar geçiyordu.
Buraya son gelişi olduğunu artık kesin olarak bilmenin rahatlığıyla, ikircikli tavrını ve oyunu uzattıkça uzattı. Adam aklından bambaşka şeyler geçirdiğini fark etmiş miydi acaba?

İlk dakikalarda koş, koş dedikçe hayalinde ayaklanır gibi olan gıcır gıcır banknotlar da bu iç isyan karşısında ürküp, sırra kadem basmıştı.

Esasen halihazırda cüzdanında üç dersin birikmiş ücretinden çok daha fazlası vardı bugün.

Hocanın küçük düşürücü bir şevkle dayattığı parasal aydınlanma ise farklı bir bakımdan da olsa gerçekleşmek üzereydi.

Vakit gelmişti.
Gözlerini açtı. Açar açmaz da hoca/adamla göz göze geldiler. Aniden eliyle adamın çenesini tuttu, sağa sola sallanan köpek süsü kafasını bir süreliğine durdurdu.

Öğrencisinden böyle cüretkar bir hamle beklemeyen hoca/adam gafil avlandı. Gözlerinde saniyenin onda birine denk düşen hiddetli bir şimşek çaktıysa da kendini dizginledi.
Gözü kızın çantasına giden eline takılmıştı, belki de bu yüzden kendini tuttu.
Kız, sakince cüzdanını çıkardı.

Adamın da sakinleştiğini, rahatladığını görüyordu. Cüzdanın böyle bir etkisi vardı işte.
Demek şu kadarcık çalışma bile ortama bolluk salmıştı. Bolluk bereketi de getirecekti muhakkak.
Çıkarıp, parayı hemen oracıkta ödese idi, adam sınıfa bu lafları satacaktı kuşkusuz.
Ve sonra gösterişci bir budalalıkla borcunu geciktiren kızı affedecekti. Her budalalık gibi bulaşıcı olacaktı ve sınıf da onlara katılacaktı..
Ama bu defa kız önce davrandı..

Seni affediyorum, dedi adam/hocaya. “Seans ücretlerini affediyorum. Hatta paranın varoluşunu bile affediyorum. Bana yaptırdığın bu bayağı çalışmayı affediyorum.
Affetmeyi de affediyorum.
Nasıl özgürleşiyorum, bir bilsen.
Cüzdanım da seni affetti, bak. Affetmenin bu kadar işime yarayacağım tahmin edemezdim.
Gözüm açıldı, gönlüm saçıldı.
Hafifledim…

O kadar hafifim ki şimdi akılllı ve şen şakrak bir karga gibi sıçrayarak havalanacağım bu odadan.”
Tek kuruş çıkarmadan cüzdanını yeniden çantasına yerleştirdi.
Ayağa kalktı ve yürüdü gitti.
Adam başa çıkamadığı bir küçük düşme hissiyle arkasından baka kaldı. Kafası araba süsü gibi sallanmaya başlamıştı gene0. Sanki iyice hızlanmış, kontrolden çıkmıştı.
Belki affederse geçer diye aklından geçirdi ama üzerinde durmadı kız.
Dışarı çıkar çıkmaz adamı unuttu. Güzel havayı kokladı, çekebildiği kadar içine çekti. Yakınlarda bir yerde bir ıhlamur ağacı olmalı, dedi.
Aklında hep aynı soru vardı; Sevmemek bir suç olabilir miydi?
Az sevmek, çok sevmek, yeterince sevmemek.
Sevememek.

Belki bunlar hepsi birer suç sayılmaktaydı içimizde bir yerlerde.
İnsanların baş edemedikleri, işlemeye devam ettikleri bilinç dışı suçlar..
Ölene dek giderek artan suçlar. Yaşadıkça, ömrümüz uzadıkça ne kadar dikkat edersek edelim bilinç dışımız ihaneti sürdürüyor ve suçlarımız çoğalıyordu. Öldükten sonra bile geride kalanlara musallat oluyordu bu sevgi suçları…
Umutsuzca affedilmeyi bekleyen sevgi ya da sevgisizlik halleri..
Her türlü sevginin varlığı da yokluğu da eninde sonunda bir suça dönüşüyordu.

Giderek insanın en büyük trajedisinin bu olduğuna inanmaya başladı.
Kokusunu önden yollayan ıhlamur ağacı, köşeyi döner dönmez yoluna çıktı.
Ihlamur ağacının sokağa alçak gönüllülüğü elden bırakmadan tepeden bakan kocaman gövdesinin sevmekle derdi yoktu. Parayla da.. O yüzden affedilmeyi bekleyen suçları da olmamıştı…
Masumdu. Mağrurdu. Her şeye sahipti ve kimseye borcu yoktu.
En güzeli ağaç olmak diye düşündü kız..

Nazire Kalkan Gürsel