Resim sanatı İçin Rönesans’ın ölümsüz eseri Mona Lisa tablosu neyse, basın fotoğrafçılığı tarihinde de Afgan Kızı (Afghan Girl) portresi odur.
Gelmiş geçmiş tüm basın tarihinin en meşhur karesi..
Kırmızı eşarbın altındaki yeşil gözlerde, aynı anda hem vahşi hem masum hem korkmuş hem kırılgan hem öfkeli hem kabullenmiş bakışlar.
Afgan kızının gençliğine, keskin ve muntazam yüz hatlarının çerçevelediği doğal çekiciliği de eklenince bir An’ı ikonik kılmak için sanki evrendeki tüm unsurlar sözleşmiş de fotoğrafı çeken Steve Mccurry’ye de tam zamanında deklanşöre basmak kalmış gibi.
Fotoğrafın ilk kez National Geographic’in kapağında yer aldığı 1985 senesinde kopardığı fırtınayı gayet net hatırlıyorum. O zamanlar ne internet var ne de sosyal medyanın esamesi okunuyor. Gene de gazete, dergi ve televizyonlar aracılığıyla fotoğraftan tüm dünya bir anda haberdar oluvermişti.
Afgan Kızı, insanları büyülemişti. Sadece fotoğrafın biçimsel mükemmelliği değil arkasındaki hikaye de önemliydi elbette..
O artık bu kirli savaşın dünyaca tanınan yüzü idi. Posterleri her ülkede duvarlara asılmıştı. Uzun yıllar kendisinin bundan haberi olmasa bile..
Yaygın olarak bilinen Sovyetler Birliği ile Afganistan arasındaki savaşın fotoğraflarını çekmek için bölgeye gelen Mccurry’nin, Pakistan’daki bir mülteci kampındaki kız okulunda ona rastladığı ve kızın bakışlarından etkilenerek deklanşöre bastığı şeklinde..
On yıllar boyunca saliseler içinde gerçekleşen bir mucize olarak algılandı bu kare.
Elbette hikayenin yüzde 90’ı doğru. Ancak her hikayede olduğu gibi /hele ki gazete ve dergilerde haber olarak yayınlanmış ise, sosyal medyayı hiç kale alamıyorum bu anlamda/ bu hikayede de anlatılmayan bir kısım var. Bu anlatılmayan kısımlar bazen gözden kaçandır, bazen çarpıtılandır bazen de özenle gizlenen.
İşin garibi, esas gerçek de hep o anlatılmayan yüzde 10’luk kısımda keşfedilmeyi bekler.
Afgan Kızı’nın gizemli hikayesi, rahmetli Duygu Asena’nın hala güncelliğini koruyan “Kadının Adı Yok” kitabını çağrıştırıyor bana..
Belki çoğunuz, on iki yaşında, savaşın yüzü olan bu kız çocuğunun gerçek adını geçen hafta İtalya’ya sığınmacı olarak kabul edildiğinde öğrendiniz; Sharbat Gula, dilimizdeki söylenişiyle Şerbet Gula.
Evet, bu dediğim kuvvetle muhtemel çünkü 2001’de kimliği tespit edilmesine rağmen her yerde Afgan Kızı olarak anılmaya devam etti.
Taliban bu yıl yeniden yönetimi ele geçirince de İtalya tarafından, Afganistan’dan çıkartılarak Roma’ya getirildi. İtalya, Afganistan’da bu tip operasyonlar düzenleyen birkaç Batılı ülkeden biri.
Bu yeni gelişme dikkatleri yeniden Afgan Kızı’nın üzerine topladı doğal olarak. Bu defa haberlerde adıyla sanıyla yer almakta Şerbet Gula. Tabii yaş almış yüzünü yansıtan yarı güncel fotoğrafı da eşlik ediyor haberlere.
Aslında arşivlerde 2016’da Pakistan’da tutuklandığında da (ülkeye kaçak giriş ve yargılama sonrasında Afganistan’a teslim ediliş) yayınlanmış bu fotoğraflar. Ama tutuklanma meselesini çoğu okur gözden kaçırmış olmalı.. Fotoğrafla hayal dahi edemeyeceği üne ve paraya kavuşan Steve Mccurry ise uluslararası arenada, tutuklanmaya tepki gösteren ve Gula’nın bu durumdan en az zararla çıkmasını sağlamaya çalışan isimler arasında.
Bu gelişmeler, fotoğrafçılık camiasında Afgan Kızı üzerinden bazı yeni tartışmaları körüklemiş görünüyor.
Şerbet Gula’nın kimliğinin Taliban’ın yenildiği 2001’den sonra ortaya çıktığını biliyoruz. Nasıl bu kadar uzun süre saklı kaldı?
Afgan kadınlarının fotoğrafını çekmek kolay değil, denilerek hep geçiştirildi bu konu.
Oysa şimdilerde fotoğrafın çekim öyküsü daha farklı anlatılmaya başlandı.
Steve Mccurry’nin fotoğrafta kıza rızası dışında ve zorlayarak poz verdirdiği iddiası gündeme gelmekte. Hatta 80’lerin meşhur top model çekimlerinde yapıldığı gibi kızdan, “omuzlarını kameraya doğru eğmesini, göz teması kurmasını” vs istemiş ve bu minvalde ard arda pek çok pozunu çekmiş, gözler ışıklandırılmış filan. Tüm bunlar için öğretmeninden izin alınmış ancak ilk kez yabancı bir erkek karşısında poz vermek zorunda kalan küçük kız hem korkmuş hem kızmış. Steve Mccurry daha da devam edecekmiş ancak Şerbet Gula, bir anda kalkıp giderek bu mizansene son vermiş.
Bu iddiaya göre, Afgan Kızı’nın bakışlarındaki korku değil öfke ve o da esas itibarıyla fotoğrafçıya yönelik.
Şahsi fikrim, bakışlardaki ifadenin sadece o An’a ait olmadığı…
Yani fotoğrafa olan bakışınız bir miktar değişse de eskisi gibi sevmeye ve önemsemeye devam edebilirsiniz.
Nat Geo, aylar sonra fotoğrafı yayınlarken ne bu olaydan söz edilmiş ne de kızın adından. Ancak burada esas benim dikkatimi çeken ve bu yazıyı kaleme almama sebep olan şey, fotoğrafçının kızın resmini çekmeden önce ya da mülteci kampından ayrılırken, ismini öğrenmek zahmetinde dahi bulunmayışı.
Bu durum “o sırada adını öğrenemedi”, “bu kareyi de savaş bölgesinde her gün çektiği yüzlerce fotoğraftan biri zannediyordu” şeklinde açıklandı yıllarca.
Açıkcası bana pek ikna edici gelmiyor.
Öyle ya da böyle, bir yanda Afgan Kızı’na duyulan büyük hayranlık diğer yanda fotoğrafın öznesi Şerbet Gula’nın bir kadın ve bir insan olarak varlığının, kimliğinin neredeyse hiçe sayılması.
Aslında Şerbet Gula bu şekilde fotoğraflanan belki de onbinlerden biri. Farklı tarih ve coğrafyalarda tabii. Bir farkla ki içlerinde en ünlüsü. O yüzden onun hikayesine daha çok ilgi duyuyoruz. Kim bilir daha ne hikayeler var o yüzlerin ardında, kimisi anlatılmayı bekleyen kimisi unutulmayı özleyen..
Nazire K. Gürsel