Menu Logo
X kapat

Akademiyi Çürüten Virüs; Post Modernist Bağnazlık

Güncel 2022-01-19 15:05:04

Üniversiteler girdisi etnisite, cinsiyet, din vs çıktısı ise sadece bölünmüşlük ve çözümsüzlük olan, gençleri hayattan bezdiren yapılara mı dönüşüyor? Ya da çoktan dönüştü..

Çok ilginçtir, ne zaman herhangi bir mevzuda kalem oynatmaya niyet etsem, farklı mecralarda karşıma o konuyla uzak/yakın ilgili ama kesinlikle ufuk açıcı bir makale, karikatür, çizim, tweet vs çıkıyor. Artık neredeyse gizli bir elin zihin haritalarımızı düzenlemeye çalıştığını filan  düşüneceğim. O derece. Bu arada tabii ki önüme çıkan fırsatlardan şikayetçi değilim.
İşin şakası bir yana, bu defa da aynısı oldu. Geçtiğimiz dönemlerde, YÖK Başkanı tarafından bizzat dile getirilen ancak esasında malumun ilanı sayılabilecek bir konuya, memleket üniversitelerinde bir salgın gibi yayılan “Parayla tez ve ödev yazma/yazdırma” konusuna yeniden dikkat çekecektim.
Duyumlarıma göre, Pandemi sebebiyle uzun süre online takılan  üniversitelerimizde, bu işler iyice almış yürümüş. Ne de olsa uzaktan eğitimin zorluklarından biri de denetim eksikliği. Üzerine Pandemi koşullarının getirdiği bıkkınlık duygusu vs de eklenince, zaten var olan yozlaşmanın iyice çığırından çıkması pek de şaşırtıcı sayılmaz.
Tam yazıya oturmuştum ki, The Economist’de bana çok ilginç gelen ve eminim öğrenince sizin de kayıtsız kalamayacağız bir haber gördüm. Yazının spotu ve başlığı kadar, içeriği de ilgi çekiciydi.
Başlıkta, ABD’deki bir üniversiteden bir profesörün istifasıyla ortaya serilen akademik gerçeklere daha doğrusu zaaflara dikkat çekilmiş. Zihnim “Profesör”ü kelime olarak seçince haliyle gazeteci refleksiyle gözüm de spota kaydı. O kısım daha da cezbedici; “2018’te ABD’de üç üniversite hocası akademi dünyası üzerinde bir çeşit deney yapmaya karar verir ve yirmi adet “sahte” (fake denilmiş yazıda) bilimsel makale hazırlar. Tek yaptıkları günümüz akademik hayatında yaygın olan ve elbette kendilerinin de iyice hakim oldukları akademik jargonu kullanmaktır. Anlaşılan sırf bu jargonun hatırına, hiçbir bilimsel dayanağı bulunmayan, hatta tamamen uydurma sözde makalelerin yedisi, güya bilimsel yayın yapan dergilerde yayınlanma fırsatı bulur.
Fark ettiyseniz her şey yani her türlü üretim “sözde” ve “güya” üzerinden yürüyor. Yayınlanmaya değer görülen sahte makalelerin, konuları da özellikle deli saçması. Örneğin fizik biliminin modern danstan yararlanması gerektiği gibi.
Yani “tam bir Post Modern Skandal!” demeyelim de ne diyelim?
Bu arada “tık” peşinde koşarken, başlık atmayı ve yazıdan spot çıkarmayı unutan memleket medyasına da selam olsun. Eskiden dünya basınını kıskandıracak ne başlıklar atılırdı.
Haberin içinde önceden bir devlet üniversitesinde (Portland State University) ders veren ve sıkı bir eleştiri metni yayınlayarak istifa ettiğini öğrendiğimiz profesör, içinde bulunduğumuz Post Modernizm çağında (Böyle diyebilir miyiz, bence evet diyebiliriz. Çünkü her ne kadar çoktan ipliği pazara çıksa da post modern anlayışlar her alanda hala egemen görünmekte) üniversitelerin giderek sadece sorun üreten yapılara dönüştüğünü anlatıyor. Hatta günümüz üniversitelerini/art arda “akademi” demek istemiyorum çünkü Batı’daki anlamıyla “the acedemia” bizde zaten yok/ bir çeşit fabrikaya benzetmiş. Malum fabrikaların girdisi ve çıktısı olur. Kısaca diyor ki; Üniversitelerin girdileri artık sadece ırk, etnisite, cinsiyet vb. Haliyle çıktıları da yalnızca bölünmüşlük ve sıkıntı.
Ben buna bitmez tükenmez bir çözümsüzlük hali diyorum ki en başta bu kurumlarda eğitim gören gençleri hayattan bezdiriyor. Toplumu da zehirliyor.
Açıkçası ben bu makaleye bayıldım. Hedefi tam on ikiden vuruyor. Post Modernizm denilince ezelden beri aklıma gelen bunlar zaten. İnsanı, toplumu sürekli önemi abartılmış kimlikler, olgu ve kavramlar üzerinden ayrıştırmak ve üstüne bunun matah bir şey olduğuna insanları inandırmak. Tabii bir de dini eklemek gerekiyor son on yılların en kayda değer girdisi olarak.
Yazıda profesörün ağzından bu girdilerle üniversitelerin özgür incelemenin kaleleri olmaktan çıkıp, sürekli belli ideologların fikirlerini tekrar eden mezunlar yetiştirdiği iddia ediliyor. Burada gene fabrika metoforundan yararlanılmış.
Tabii Portland Devlet Üniversitesi de durur mu hemen cevabı yapıştırmış: “Eskiden olduğu gibi bugün de özgür düşüncenin kalesiyiz.”
Ben aktaracağımı aktardım, yorum da takdir de sizin.
Huyumdur, ilgimi çeken tartışmaya açık bir haber olunca mutlaka alta gelen okuyucu yorumlarını da dikkatle gözden geçiririm. Tavsiye ederim, bir toplumu yakından tanımak hatta tabiri caizse röntgenini çekmek için bu yöntem birebirdir. Hayli kaliteli yorumlar gelmiş ve çoğu da  profesörün eleştirilerini haklı çıkaran kendi kötü akademi deneyimlerini anlatmış.

Parayla tez/ödev yazmak/yazdırmak

The Economist yüzünden yazım ikiye bölünmüş gibi olsa da her iki kısım da üniversitelerin içine düştüğü açmazı farklı taraflardan ele alıyor. O yüzden buradan devam edeceğim izninizle..
Konumuz para karşılığı kendinden daha yetkin birine ki bu çoğu kez bir akademisyen olmakta, mezuniyet tezi ya da dönem ödevi yazdırma kepazeliği.
Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken böyle şeyleri asla bilmezdik. Bizler için tanımsızdı.
Bu işler tahminim özel üniversiteler ile başladı. Yıllar sonra Avrupa Birliği Master Programı için üniversiteye geri döndüğümde fark ettim. Hayatımın şokları arasındadır.
Sınıfta, vakıf üniversiteleri arasında ilk sıralarda yer alan, kendini kanıtlamış sayılan bir özel üniversiteden gelmiş üç kız öğrenci vardı. Derslerde  ilgisiz, muhabbetleri gereksiz, neden bu programda oldukları dahi anlaşılamayan tipler.
Dünyadan bi haberler (bu arada İngilizceleri de Boğaziçi standartlarının epey gerisinde) ama sayfalar dolusu ödevleri şak diye yazıp, teslim ediyorlar.
Üstelik herkes on sayfa yaptıysa bunlar otuz sayfa döşeniyor. Emeklerinin karşılığını olarak (dikkat; ironi içerir) da en yüksek notları onlar alıyor haliyle.
Bu şekilde onlarca ödev teslim edildi ki notlara dahildi.
En son tez aşamasında da maşallah hiç zorlanmadılar. Zeka küpü her biri ne de olsa.
Ben o zamanlar hem Tempo Dergisi’nin ekonomi editörlüğünü yürütüyorum hem bir evin sorumluluğunu taşıyorum hem de master yapıyorum. Gazetecilikten ötürü çok fazla yurtdışı seyahatim de oluyor. Derslere katılımı aksatmamaya çalışıyorum /çünkü yıllar sonra akademiye geri dönme motivasyonumun önemli bir kısmını zaten bu havayı yeniden teneffüs etmek arzusu oluşturuyordu/ ama gerisine çok az zamanım kalıyordu. Açıkcası lisans öğrenimlerini tamamladıktan sonra çalışma hayatına meyletmeden doğrudan yüksek lisansa gelen bu kızlara özeniyordum. Onlar yeni mezun, iş ve ev hayatının sorumluluklarından uzaklar. O yüzden de  zamanları bol diye düşünüyordum.
Saf saf…
Neyse benim bu saf halimi gören “bir bilen” uyardı sonunda. Meğer her türlü akademik işi para karşılığı başkalarına havale etmişler. Ve bunu otomatiğe bağlamışlar…
Ne de olsa ortalık parlak ama geçim zorluğu çeken genç akademisyen, asistan kaynıyor. Bunların da baba müteahhit filan.
Öğrendiğimde dedim ya, şok olmuştum.
Daha sonra samimi sohbetlerde farklı üniversitelerden bana bu tip işler yaptıklarını söyleyen/ itiraf eden akademik personel de oldu.. Tez değil ama ödev için. Hepsi para karşılığı olmamıştı, bir kısmı da misal rektör ya da bölüm başkanından gelen üstten bir rica ile. Hatta bunlar arasında evlere servis bile vardı. Daha sonra ünlü bir işadamının Londra’da okuyan kızının her türlü yazılı çizili işinin anlı şanlı üniversitelerimizden birinin asistan kadrosu tarafından yürütüldüğüne bizzat tanık oldum. Demek ki bu iş yurtdışında da olmakta. Londra’daki üniversite ki çok saygın diye bilinen bir kurum, hiç üstelemeden iyi bir derece ile mezun etti bu kızı.
Yani burslu okumuyorsan, yüksek puanla bir devlet üniversitesine hak kazanmamış isen, kısaca parayı bastırıp girmiş isen bu yollar her yerde ve her şekilde açık. Kullanıp kullanmamak kişinin vicdanına kalmış.
O zamanlardan beri pek çok kişinin (özellikle de on parmağında on marifet varmış gibi duran yani hem gezmesinde tozmasında hem de akademik kariyeri yürüyor ise ya da master/doktorada epey zorlanan, tez mez yazamayacağı artık aşikar olan ancak birdenbire bir Aydınlanma yaşayıp döktüren örnekler ki bu kişilerin siyasi ahlakı da olmayan entelektüel ahlakları gibi iki yüzlüdür ) tez vs işlerine şüpheyle bakıyorum ve sanırım bu şüphelerimde haklıyım.

Nazire Kalkan Gürsel