Bu pazartesi sabahı yakınlarda kaybettiğimiz “yeri dolmazlarımızdan” Yıldız Kenter’i anasım geldi. Twitter’da rast geldiğim şu klasik “küçük ve sıradan şeylerle mutlu olma” akışlarından biri sebep oldu.
Kadının biri sıraladıkça sıralamış aklına gelenleri; bir fincan kahve, bir kase dolusu nar, iyi bir roman, pencerede yağmur, radyoda sevdiğin şarkı filan diye gidiyor. Ahaha, izninizle haddini bilmezlik olarak niteliyorum ben bu söylemi.
Bir zamanlar bu mevzudaki duygularıma Yıldız Kenter, radyoda denk geldiğim bir sohbette tercüman olmuştu ve “İşte bu” demiştim heyecanla.
Sanırım 15/16 yaşlarındaydım, Kenter ile TRT spikeri hanım söyleşiyor. Yıldız hanımın bir arkadaşı vakti zamanında ona aynı klişe cümleyi kurmuş;
“Yıldızcığım, ben küçük şeylerle mutlu olmayı çok iyi bilirim”
Herhalde ünlü tiyatrocumuz da ben gibi bu cümleye tepkili olduğundan soruvermiş;
“Öyle mi canım, peki nedir senin küçük şeyler dediklerin?” El cevap gelmiş;
“İşte güneşin doğuşu, batışı, mevsimlerin değişmesi..” Tabii ne söylediğinin farkında olarak söylemek şuur meselesi.
Kenter, arkadaşının “Güneşin doğuşunu küçük bir şey” olarak nitelediğini görünce daha fazla irdelememiş tabii ki. Düşünün evrende milyarlarca yılda bir güneş oluşuyor, onun dünyamıza doğması ya da mevsimlerin değişmesi için neler neler gerekiyor?
Ve bu küçücük bir şey mi oluyor?! Aynısını Twitter’daki akışta ben tespit ettim. Kadın, sıradan mutluluklara örnek olarak “iyi bir roman”ı vermiş. İyi bir roman asla sıradan olmadığı gibi insanlığın roman yazma seviyesine gelene kadar geçirdiği evreler de küçük sayılamaz.
Neyse ben sizi şimdilik “penceredeki yağmurla” başbaşa bırakayım.