Oppenheimer ve Barbie fırtınasını bundan iyi anlatan görsel bulunmaz sanırım, her iki film de uzun zaman sonra geniş kitlelere salonda sinema heyacanını yaşattı, bu kadarı bile takdire şayan, benim çok özlediğim bir duyguydu, hoşuma gitti.
Gerçi Oppenheimer’ı izleyemedim henüz, bilet bulamadık ve çocuklarla Barbie’ye girdik bir önceki paylaşımımda belirttiğim gibi.
Barbie için daha casting’ i duyduğumda “Aman Allahım bundan kötüsü olmaz” demiştim, olmazmış hakikaten. Margot’tan (Robbie) Barbie kimin fikriydi acaba, büyük olasılık torpil döndü diyorum, bu kadar sakillik başka türlü açıklanamaz. Yüzünde asla bebeksi bir ifade olmaması bir yana, aşırı cinsellik çağrıştıran biri, tamam film feminist ayaklarına yatmış ama Margot gene de olmuyor, olamıyor üzgünüm.
Ken için Ryan Gosling seçimi ise Margot’tan çok daha büyük bir felaketti, güya çok iyi oynamış da kadın oyuncudan rol çalmışmış, tamamen palavra, üç otuzluk adamdan Ken mi olur, karta kaçmış Ken izlemek hiç zevk vermiyor bir, aşırı abartılı oynayarak zaten karikatür olan rolü iyice zıvanadan çıkarmış, “civik afedersiniz” diyorum bu noktada.
Margot ise rolün hakkını vermiş ancak tipi aşırı rahatsız ediyor.
Kim oynayabilirdi onların yerine?
Hiç kimse.
Tıpkı bir zamanlar Grease filminde olduğu gibi sıfırdan star çıkarılması gerekirdi..
Ancak ne o zamanın Holywood’u kaldı ne de yeni John Trovolta’lar, Olivia’lar çıkaracak bir toplum, her şey siliniyor ve sönükleşiyor.
O zaman da eldeki mal bu maalesef.
Yönetmen Greta Gerwig’e ise ısınamadım ben pek, Küçük Kadınlar uyarlaması fena değildi ama hep işin kolayına kaçıyor gibi. Sinemada her şeyi en kolay yoldan anlatabilirsin, bazen de zahmetli olanı seçersin, Greta hep kolaycı hele Barbie’de iyice salmış doğrusu ve filme dair ne varsa pazarlamacılara devretmiş.
Son olarak, Google’da filmin adını anar anmaz pembe yıldızlara boğulmak ise çok ucuz geldi bana.