Menu Logo
X kapat

Yastık Sohbeti

Öykü Günlüğü 2021-11-16 11:28:20

Bankadan emekli olalı iki yılı geçmişti. İstese başka işler de yapabilirdi ama altmışlı yaşlarını kendince ve keyfince yaşamak gibi bir arzusu olmuştu hep..
Sonunda gelip çatmıştı işte altmışlı yılları ömrün.
İstiklal’deki şubede çalışırken, caddede aşağı yukarı hareket eden kalabalığa dalar giderdi gözleri. Kendini durmaksızın salınan bu insan ormanının içinde hayal ederdi.
Zamanı gelince kendisi de böyle caddelere akacaktı. Dizlerinde derman oldukça hem şehrin hem evin keyfini sürecekti.
Emeklilik bu demekti. Ertelenen hayatı yaşama sanatı..
Sanki çocukları da bunun için büyütmüştü, Darphane’deki iki artı bir daireyi de bunun için almıştı, tv’deki sağlık programlarını bugünleri düşünerek hiç kaçırmamıştı, torunlar bile gün gelince emekliliğin tadını çıkarmak içindi.
Sanki…
Hayat tuhaftı..
Hakkını vermeli, iki yıldır bu uğurda ciddi çaba harcadı.Her zamanki çalışkanlığı ve azmiyle de epey yol aldı.
Hareketli ve keyifli bir hayat kurgulamayı başarmıştı kendine. Zaten doğuştan becerikliydi Ferda hanım ve bu özelliğiyle hep övünürdü.
Bol bol caddelerde yürüyor, kah lise ve üniversite ya da eski mesai arkadaşlarıyla kafelerde buluşuyordu. Sabah yürüyüşü, arkadaş kahvesi, eş dost buluşması, resim kursu derken akıp giden zamanı çoğu zaman fark etmiyordu.
Memleket dertleriyle de dertleniyordu çokça elbet ama esas içini kemiren kurt başkaydı..
Rahmetli kocası iyi adamdı, şimdilerde dedikleri gibi “düzgün”.
Ferda’nın emeklilik hayallerine kocasının düzgünlüğünün epey faydası dokunmuştu. Faturaları bir gün bile aksatmazdı, çocukları üniversiteyi bitirip, evlendirene kadar da gecesini gündüzüne katmış bir babaydı.
Oğlanın düğününden sonra kızı da gelin edince, vazifesini tamamlamış gibi göçüvermişti bu diyardan.
Ferda, için için bu biraz erken ölümü de kocasının “Düzgün”lüğüne yoruyordu.
Rahmetli hep neyi ne zaman yapması gerektiğini bilirdi..
Tam zamanında gitmişti.
Bunu bu şekilde düşünmek içini sızlatsa da engel olamıyordu hislerine..
Hep onu şöyle havada evirip, çevirip kuş gibi dans pistine konduran, ayaklarını yerden kesip, öpüşmeyi bilen, havalı, zarif bir erkek hayal etmişti.
Düzgün kocası bu hayalin çok uzağındaydı. Düğünlerde bile herkes en azından dans edermiş gibi yaparken, onlar masadan kalkamazdı.
Alışmıştı Ferda..
Boş vermişti, iyi adamdı sonuçta.
Çirkin değildi ama yakışıklı hiç değildi.
Buna da alışmıştı..
Temiz, paktı her daim ama hiç şık olmamıştı. Damatlığının içinde bile göz alıcı olmadığını hatırlayınca, bir iç sıkıntısıyla doğruldu yerinden..
İyi ki şu Facebook vardı.. Can sıkıntısına birebir..
Kendine mi acıyordu, rahmetliye mi ayırt edemiyordu..
Ferda ne kadar sade giyinse de onun yanında frapan kaçardı..
İçini daraltan bu düşüncelerden uzaklaşması son günlerde daha kolay oluyordu..
Hayat yavaş yavaş renklerini önüne sermeye başlamıştı..
Herkesin bir zamanı olduğuna inanırdı Ferda.. Onunki şimdi gelmişti, tam planladığı gibi emekliliğinde..
Renk rengi çekermiş meğer…
Adamı boynundaki eflatun fularıyla gördüğünde Ferda’nın üzerinde de kızının hediyesi mor bluzu vardı. Böyle tanışmışlardı. İlk gün evine bırakmış, ertesi gün kursun resim sergisi için sözleşmişlerdi.
Adam boşanmıştı. Sonrasında başka bir şehirde bir sevgilisi olmuştu. Torunlardan ve çocuklardan ayrı kalmamak için uzak mesafe ilişkisini yıllarca sürdürmüşlerdi. Ama o ilişki de bitmişti sonunda..
Aslında adam, bu haliyle Ferda’nın kendine hiç itiraf etmediği en büyük emeklilik ikramiyesi idi.
Ertelenen hayatı tamamlamaya kadın arkadaşlarla tekrarlanan kahve buluşmaları ve resim kursu elbette yetmiyordu.
Hiç aşık olmadığını biliyordu, lisede bile..
Hayatında her şey için çabalarken Aşk İçin kılını bile kıpırdatmadığının da farkındaydı.
Oysa ne derler, kısmete emek gerek…
Artık aşk İçin gereken emeği vermeye hazırdı. Yeter ki karşısındaki erkek kabul etmeye niyet etsin..
Adam da halinden hoşnut görünüyordu doğrusu ve birkaç haftada iyice ısınmışlardı birbirlerine..
Yastık Sohbeti filmindeki Doris Day gibi görüyordu kendini…
Uçarı, hafif, neşeli.
Genç kızlığında tv’de izlediğinde “İşte Aşk dediğin böyle bir şey olmalı” demişti.
İnsanın ayaklarını yerden kesmeli..
Ne özenmişti..
Onların yastık sohbeti de fena değildi hani..
Uzun uzun fısıldaşıyorlardı her buluşmada.. Bu fırır fısır sohbetlerde, konusu da muhabbeti de kahkahası da boldu adamın..
Aşık olmuştu Ferda. Hem de 60’ından sonra, hem de ilk kez.
Kızına bile söylememişti henüz.. Biraz demlenmesini bekliyordu aralarındaki şey’in..
Ferda’nın bu ilişkideki şey’i
Aşk’tı…
Emindi bundan…
Araya Pandemi günleri giriverince, eskisi gibi sık görüşmez oldular. Ferda, ilk kez bir erkeğin kokusunu özlediğini fark etti..
İki günde bir değiştirmezse hasta olduğu yastık kılıflarını, sırf adamın sıktığı parfümün yastık sohbetlerini hatırlatan mutlu kokusu sindiği için öylece tutuyordu.
Uzunca bir aradan sonraki ilk buluşmada ise parfüm kokususuna bir itiraf karıştı..
Adam, sözünü ettiği uzun mesafe ilişkisinin aslında bitmediğini, evlenmeseler bile o kadını hala sevdiğini söyleyiverdi..
Uzak şehirdeki kadını unutmaya çalışmış, unutamamıştı..
Hatta belki O da bu şehre gelecekti..
Ferda’yı da sevmişti elbette ama daha çok sohbetini. Biraz da Tenini..
Yani adamın gevelemelerinden Ferda’nın anladığı buydu..
Adam onu değil, birlikte geçirdikleri zamanı sevmişti..
Yastık sohbetlerinin büyüsü kaçıvermişti bir anda…
Ferda aynı gün tüm kapılarını kapattı adama..
Hem evinin hem bedeninin..
Adamı afallatacak kadar ani olmuştu ayrılıkları..
Adam itiraftan sonra da hala görüşme çabaları içine girdi girmesine de, bu halleri Ferda’nın sinirine dokunuyordu.
Hayal etmediği şeylere hayatında yer yoktu..
Yalnız ne yaparsa yapsın, o limonla karışık meşe odunu kokusu gitmiyordu burnundan..
Yastık kılıflarını önce yıkadı sonra da attı..
Direniyordu Ferda.
Bu yaştan sonra “Öteki Kadın” olacak hali yoktu.
Haksızlıktı..
Bir gün Face’de gördüğü bir fotoğraf ise resmen aklını başından aldı. Neredeyse canını da alacaktı..
Kalbi birden o kadar hızlı atmaya başlamıştı ki, korkuya kapıldı. Deli gibi pompalanan kan beynine, midesine, tüm organlarına karşı hücuma geçmiş gibi giderek ivmeleniyordu.
Sanki kalbi ve tüm kanı, birbirlerini alt etmeye çalışan, ölümcül bir rekabete girişmişti.
Bir kontrol abidesi olan Ferda, bedeni
üzerindeki tüm kontrolünü saniyeler içinde yitirmişti..
Korkunun yanında Acı da aniden bastırmıştı ve fırsatını bulmuş gibi bulduğu deliği hırsla kazıyarak derinleşiyordu..
Şaşkındı Ferda.
Bir eflatun fular ölümüne mi sebep olacaktı?
Eflatun fular onun sayfasında ne arıyordu?
Sosyal medya hesabım yok dememiş miydi?
Bir anda dank etti ki, adamın uzak şehir ilişkisi Facebook arkadaşıydı..
Kadınla hiç tanışmamışlardı ama ortak arkadaşlar vardı.. Bir vesileyle birbirlerini eklemişlerdi..
Paylaşımlarının altı karşılıklı yazdıkları yorumlarla doluydu.
Uzaktan uzağa da olsa kendini yakın hissettiği bir kadındı..
İstanbul’da yaşasa görüşeceği türden..
Ferda kendini sakinleştirmeye çalışarak uzandı…
Adamla yaşadığı altı ayın taze anıları ve uzak şehirdeki kadınla yaptığı yazışmalar üst üste binerek, hızlıca yaratılmış bir çizgi romana dönüştü..
Uzak şehir kadınının yorumları, fularlı adamla anılarına söz baloncukları olmuş, kanepeye çökmüş olan Ferda’ya doğru elele vermiş koşuyorlardı..
Hayatında ilk kez bayılacak gibi hissetti..
Gözlerinden yaşlar süzüldüğünü epey sonra fark etti. Fark ettiği anda da iyice bıraktı kendini…
Ağlaması bittiğinde, yığıldığı koltuktan yavaşça doğruldu..
Ne yapacağını kestiremeden kalktı, gidip yatağa mı uzanacaktı, banyoya yüzünü yıkamaya mı gidecekti, onu bile bilmiyordu. Eline telefonunu aldı..
Belki en iyisi Facebook hesabını silmekti..
O sırada özelden gelen mesajı gördü;
“Ferda hanımcım, önümüzdeki hafta İstanbul’a geliyorum. Sizinle de bir kahve içmeyi çok isterim..”

Nazire K. Gürsel

Nazire Kalkan Gürsel