1. Jelenkor
2. Holmi
3. Magyar Műhely
4. Élet és Irodalom
5. Kalligram
6. Hévíz
7. Műút
8. Tiszatáj
9. Látó
10. Alföld
Kasımda Edinburg güzel olmaz mı, diyerek yaptığım planlar nereden çıktığı belli olmayan Covid’e kurban gidince, bizim seyahat madem niyet ettik fazla ertelemeyelim düşüncesiyle Aralık’ın ilk haftasına doğru sarktı. Her şeyde bir hayır vardır, lafını doğrularcasına şehirdeki Noel hazırlıklarına denk gelince de planladığımızdan daha tatminkar bir gezi oldu.
Bu defa farklı bir şey denedim ve Edinburg izlenimlerimi günü gününe Facebook sayfamda takipçilerimle paylaştım. Yerinden, taze taze yazmak da hem kaleme alan hem okuyan için ayrı bir keyif. Ne de olsa serde gazetecilik var. Ruhuma iyi gelen Edinburg’u en son bu kareyle bitirmek ve son yazıya Orta Sayfa’da da yer vermek istedim. Şehirdeki ilk günümüzde, şehrin kendisi kadar ünlü şatosuna doğru Royal Mile’dan (Kral Yolu) yukarı ağır ağır çıkarken, oğlum Erdem’in yol kenarında görüp hayran kaldığı bu dünyalar güzeli kızın adı Gavenia. Kendisi on yaşında son derece asil bir hanımefendi. Hele gözleri ömre bedel derler ya, Gavenia’nınkiler tam öyle, bakanın içine işliyor. Karanlığı gören bu gözler sanki sırlarımızı da biliyormuşcasına delip geçiyor. Gavenia’nın kehribar bakışları Edinburg’un insanı zamanın dışına fırlatan sürprizli loşluklarıyla birleşince her daim bana oyun oynamaya hazır olan zihnimde gene çağrışımlar dans etmeye başladı.
Groundhog Day (1993) filmini anımsayanlar vardır aranızda eminim, hani şu Bill Murray ve Andie MacDowell’ın baş rollerini paylaştığı, bizde “Bugün Aslında Dündü” adıyla oynayan, Tv kanallarında da sıkça boy gösteren bir film, Netflix’de de mevcut.
Kaderin cilvesi mi desem, algoritmanın oyunu mu bilemedim, son aylarda iki kez karşıma çıktı film, ikisinde de keyifle izledim. İzleyenler bilir, ünlü bir hava durumu sunucusu olan kahramanımız (Bill), yanında güzel programcısı (Andie) ile her sene Allah’ın unuttuğu bir kasabada, kara kışın ortasında gerçekleştirilen bir köstebek festivaline gider. Efsaneye göre, kasabanın bilge köstebeği kış uykusuna yattığı yuvasından kafasını çıkarıp gölgesini görürse kış altı hafta daha sürecektir, görmezse bahar gelecektir. Olayın haber değeri budur, kahramanımız ise aksi, isteksiz bir o kadar da kibir abidesidir. Angarya olarak gördüğü haberi yapıp, geride bırakacaktır bu nefretlik kasabayı ancak kar fırtınası izin vermez ve mecburen ekiple geceyi kasabada geçirir. Ertesi gün dananın kuyruğu kopar, kahramanımız nefret ettiği bir önceki günü yeniden yaşamaya başlar, tekrar eden günler haftalarca sürer, önce şaşkındır, çeşitli taktiklerle bu durumu aşmaya çalıştıkça İyice batar, sonunda ciddi çöküntüye uğrar, tüm bunlar günümüzde rastlanmayan yumuşak bir komedi üslubunun içine yedirilmiştir, o yüzden belki çok severiz bu filmi. Nihayetinde, davranış biçimini değiştirerek, içindeki iyiyi ortaya çıkararak karabasandan kurtulur ve aşkı da bulur.
Zamanda sıkışmışlık temasını işleyen yapımların anası saydığım bu filme Edinburg da dekor olabilirmiş pekala. “New York’ta saat üç iken, Londra’da saat kaçtır” sorusuna ‘her zaman on dokuzuncu yüzyıl’ geyiğini duymuşsunuzdur. Bir Londonsever olarak, haksız bulurum bu espriyi ancak Edinburg’da zaman kavramını yitirmeme ramak kaldı doğrusu. Orta Çağ’dan on dokuzuncu yüzyıla yavaş ve derinden yol alan kent, yirminci yüzyıla dahi epey mesafeli. Şatoları, kaleleri, karanlık yüzlü sivri binaları, bizleri sürekli ışık oyunlarıyla oyalayan muhteşem kuzey gökyüzü ile Harry Potter’a ilham kaynağı olmasına şaşmamalı. Bu arada Potter’ın zeki, cefakar baykuşu Hedwig’i de unutmayalım.